Köyler bence bir şehrin ana damarları gibidir. Şehrin gerçekleri yaşanmışlıkları ve sefillikleri hep buralardaki kuytu köşelerde birikir. Bir ülkeye gidip köylerine uğramıyorsanız çamur suratlı çocuklarını öpmüyor buruşuk elli yaşlılara gülümsemiyorsanız o ülkeyi gezdim demeyin.

Hindistan’dan sonra en çarpıcı hayatları burada gördüm. Savaşın izleri hala ortada. Açlık ve sefaletin yanında neredeyse her evde savaştan nasibini almış biri var ve size yöneltilen bakışlar zaten acı dolu ve her şeyi anlatıyor.

Burası Kamboçya’nın Puok köyü..Bir o kadar sessiz ve hüzün dolu bir köy burası. Çaresizlik içinde yaşayan güzel yüzlü çocuklar var sokaklarda.

Ağaçlardan yaptıkları evlerde kendi çaplarında bir hayat kurmuşlar evlerin bahçeleri geniş ve ne ararsan bulabileceğin bir kiler sanki. Pirinç tarlaları ve sahip oldukları birkaç hayvan onlar için hayati önem taşıyor. Temel yaşam gereksinimlerini bu şekilde karşılamaya çalışıyorlar.

Çamurlar içinde oynayan çocukları izliyorum. Çocuk her yerde çocuk. Ellerindeki metal çemberleri yuvarlarken öyle mutlular ki anlatamam. Tekno dinamik dünyamızda her şey elimizin altındayken bu çocukların onda biri kadar mutlu olduğumuzu düşünmüyorum. Varlık her zaman daha çoğu ve daha iyisini gerektiriyor. Çağın isteklerine yetişemez oluyoruz ve beton dünyamızda büyük yalnızlıklar içinde yaşayıp gidiyoruz. Bir süre bu çıplak ayaklı sevimli afacanları izliyorum. En öndeki çocuk yuvarlanıp düşünce hepsi üst üste yığılıyor. Başlıyorlar gülmeye. Benim de güldüğümü gördüklerinde bu sefer tekrar tekrar düşmeye başlıyorlar 🙂 Gidip çemberi ben alıyorum. Belime takıp çevirmeye başlıyorum. Beni dikkatlice izliyorlar. Tek tek yapmalarını izliyorum. Hiçbiri yapamayınca bu sefer gülüşmelerimize büyükler de katılıyor 🙂 Başka bir dünya burası. Henüz kirlenmemiş..

akında bir okul olduğunu söylüyorlar. Tuk tuk ile okula ulaşıyoruz. Bahçede öğrenciler sessiz uslu ve sakin. Bu sakinlik şaşırtıyor beni. Ana sınıfından ortaokul son sınıfa kadar hepsi aynı okulda ve aynı bahçeyi paylaşıyor. Bu zor yaşam şartlarında bile kara tahtalarda bir şeyler öğrenmeye çalışıyorlar. Çoğunlukla elektrik olmadığı için güneş batana kadar ödevlerini tamamlamak en büyük ve önemli görevleri. Okullarında ise öğretmen sayıları çok az. Çoğu yardım dernekleri tarafından gönderilmiş öğretmenler burada çok makul ücretlere çalışıyorlar. Bir kez daha gelirsem onlara katılacağım hiç değilse bir ay. İnsan bazen çocukların gülümsemeleri ile çoğalıyor. O gülümsemeler aydınlatıyor çoğu zaman bu karanlık dünyayı.

Bazı coğrafyalarda çocuk olmak çok zor. Çocuk olmadan yetişkin olup büyümek ise çok daha zor. Minicik ellerle tarlalarda çalışmak buz gibi sularda çamaşır yıkamak ya da onlarca kilo odunu sırtında eve taşımak. Birkaç sorunlu insanın başlattığı savaşlarda ezilenler hep çocuklar oluyor.

Bu dünyada en büyük görevimiz onları mutlu etmek olmalı ve Tüm dinlerin ilk şartı da.

Yazıma Nazım’ın en sevdiğim şiirlerinden biri ile son vermek istiyorum..

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
Oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
Dünyayı çocuklara verelim
Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
Çocuklar dünyayı alacak elimizden
Ölümsüz ağaçlar dikecekler

Nazım HİKMET


mm
Yazan

Bir Yorum Yazın